İş Sağlığı ve Güvenliği Nedir?
İş yerindeki fiziki çevre şartları, çalışma ortamı gibi sebeplerden ötürü işçilerin karşılaşabilecekleri sağlık sorunları ve mesleki sorunların en aza indirilmesi veya ortadan kaldırılması için analizler ve çalışmalar yapılmasına İş Sağlığı ve Güvenliği denir.
İş sağlığı ve iş güvenliğinin tam olarak sağlanabilmesi için iş ortamında oluşabilecek tehlikelerin, sağlığa zararlı olabilecek şartların risk ve tehlike analizleri yapılarak ortadan kaldırılmaları gerekmektedir.
İş güvenliğinin sağlanması için alınan tedbirlerle hem işçi, hem işletme, hem de iş yeri korunmuş olur.
İş sağlığı ve Güvenliğinin temelini; işçileri iş kazalarından ve meslek hastalıklardan korumak için gerekli önlemleri almak, işçileri bu konuda bilgilendirmek gelmektedir. İş sağlığı ve güvenliği, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile de yasal temele dayandırılmıştır. Bu yasada iş sağlığı ve güvenliği hususunda işverenin ve işçilerin yükümlülükleri, ne gibi durumlarda işyerine gerekli cezai yaptırımın uygulanacağı, iş sağlığı ve güvenliğinin işyerinde örgütlü olarak yönetilmesi gibi maddeler yer almaktadır.
İş kazası, farklı mevzuat ve kuruluşlara göre farklı şekillerde tanımlanmıştır ancak tüm tanımların buluştuğu ortak nokta çalışanların veya işyeri unsurlarının zarar gördüğü olumsuz olaylara iş kazası denilmesidir. Türkiye’de ise kaza tanımının yanında 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile hangi kazaların iş kazası olabileceği de belirlenmiştir.
Bunlar bilindiği üzere aşağıdaki gibidir;
⇒ Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
⇒ İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle,
⇒ Sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
⇒ 5510 sayılı Kanunun 4/a maddesi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
⇒ Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özre uğratan,
olaylara iş kazası denir.
İş kazası meydana geldikten sonra yapılması gereken işler arasında iş kazası bildirimi de vardır. İş kazalarını Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirerek hem işyerinin para cezası alması önlenmiş hem de ülke çapında iş kazası değerlendirmelerine katkıda bulunulmuş olunur.
İş Kazası Bildirim Süresi Nedir?
İş kazaları, meydana geldiği günden sonraki 3 iş günü içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirilmelidir. Yani pazartesi günü olan bir iş kazası için perşembe günü gece yarısına kadar bildirim yapılabilir.
İş kaza bildirimi süresini hesaplarken sadece iş günleri dahil edilir. Yani cumartesi, pazar ve resmi tatil günleri 3 günlük bildirim süresine dahil değildir.
İş kazası bildirimi konusunda SGK Müdürlükleri sıklıkla bildirim süresini kazanın olduğu günü de dahil ederek hesaplamakta ve ceza işlemi uygulamaktadır. Bu gibi durumlarda 5510 Sayılı SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU’nun 13. Maddesi gerekçe göstererek itiraz edilebilir.
a) (a) bendi ile 5 inci madde kapsamında bulunan sigortalılar bakımından bunları çalıştıran işveren tarafından, o yer yetkili kolluk kuvvetlerine derhal ve Kuruma da en geç kazadan sonraki üç işgünü içinde,
İş kazası ve meslek hastalığı bildirgesi ile doğrudan ya da taahhütlü posta ile Kuruma bildirilmesi zorunludur.
İş kazaları, Sosyal Güvenlik Kurumu’na elektronik ortamda veya doğrudan başvurarak bildirim yapılabilir.
İş Kazası Bildirimi Nereye Yapılır ?
İş kazaları, Sosyal Güvenlik Kurumu’na elektronik ortamda veya doğrudan müracaat ederek yazılı şekilde bildirim yapılabilir.
Elektronik ortamda yapılan bildirimleri e-devlet sayfasından yapabilirsiniz. Elektronik ortamda yapılan bildirimlerde başka bildirim yapılmasına gerek yoktur.
Elektronik ortamda iş kazası bildirimi linki
Elektronik ortamda iş kazası bildirimi yapmak için E-bildirge şifresi sahibi olmanız gereklidir. Ayrıca elektronik ortamda iş kazası bildirimi sadece 4A kapsamında sigortalı olan çalışanlar için yapılabilir. E-bildirge şifresi yoksa ve diğer sigortalı kişilerin işlemleri için Sosyal Güvenlik Kurumu’na doğrudan başvurarak yapılır.
Yabancı uyruklu çalışanların geçirdiği iş kazalarında ise elektronik ortamda bildirim yapmak mümkün değildir. Bu nedenle SGK müdürlüğüne 3 iş günü içinde başvuru yaparak iş kazası bildirimi yapılmalıdır.
İş Kazası Bildirmeme Cezası
İşverenleriş, iş kazası bildirimlerini 3 iş günü içinde yapmamaları durumunda Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu gereği iş kazası bildirmeme cezası uygulanır. 2018 yılı iş kazası bildirmeme cezası her geç bildirim başına asgari olarak 3092 TL’dir. Ancak işyerinin tehlike sınıfı ve çalışan sayısına göre uygulanacak idari para cezası tutarı farklılık gösterebilmektedir.
Tavsiye Yazı: İş Kazası Kayıtları Nasıl Tutulur?
Buna göre 2018 yılı iş kazası geç bildiriminden dolayı uygulanacak idari para cezası tutarları şu şekilde olacaktır;
Çalışan Sayısı | |||
Tehlike Sınıfı | 10’dan Az | 10 – 49 | 50 ve Üzeri |
Az Tehlikeli | 3.092 TL | 3.092 TL | 4.638 TL |
Tehlikeli | 3.865 TL | 4.638 TL | 6.184 TL |
Çok Tehlikeli | 4.638 TL | 6.184 TL | 9.276 TL |
Ancak iş kazası bildirmeme cezası sadece idari para cezası ile sınırlı değildir. SGK, iş kazası geçiren çalışan için yaptığı sağlık harcamalarını ve bağladığı aylık ödemeleri de işverenlerden tahsil etme yoluna gitmektedir.
Sağlık kuruluşlarının da iş kazalarını SGK’ya bildirme zorunluluğu vardır. Bu nedenle işverenlerin bildirmediği iş kazaları, SGK tarafından hastaneler aracılığı ile öğrenilmekte ve işverenlere idari cezalar yansıtılmaktadır. Bu nedenle her türlü iş kazası için mutlaka bildirim yapılmalıdır.
Hangi İş Kazaları İçin Bildirim Yapılmalıdır ?
İşyerinde veya iş yaparken meydana gelen ve çalışanı fiziken veya ruhsal açıdan zarara uğratan her türlü olumsuz olay iş kazası olarak değerlendirilir. Bu nedenle çalışan kazadan sonra işe devam etsin veya etmesin her türlü olumsuz olay iş kazası olarak bildirilmelidir.
Burkulma, incinme ve hatta kırık gibi bazı sağlık problemleri, olayın olduğu an fark edilmeyip daha sonra ortaya çıkabilmektedir. Bu durumda çalışan mesai saati dışında hastaneye gidip durumu anlattığında hastaneler iş kazası olarak bildirim yapmaktadır. Bu gibi durumlarda idari para cezası ve sağlık masrafları ile yüzyüze kalmamak için iş kazası bildirimi yapılmalıdır.
Bunun yanında kişisel sağlık problemi olarak değerlendirilebilen kalp krizi, beyin kanaması, ani bayılma veya sinir krizi gibi rahatsızlıklar da iş kazası olarak bildirilmelidir.
İşveren çevresi tarafında bu tür rahatsızlıkların iş ile ilgili olmadığı düşünülüp iş kazası bildirimi yapılmamaktadır ancak bu tür olaylarda SGK iş-iş kazası bağını kurmaktadır. Dolayısıyla işveren için bir sorun teşkil etmemektedir.
İş Kazası Bildirimi Nedeniyle Denetleme Yapılır Mı ?
Çok sayıda iş kazası bildirimi nedeniyle SGK tarafından müfettiş denetimi yapıldığı düşüncesi ile ciddi görülmeyen olayların bildirimi yapılmamaktadır. Ancak SGK’nın böyle bir uygulaması mevcut değildir. Ancak ciddi iş kazası meydana gelen bir işyerinin müfettişler tarafından denetlenmesi son derece doğaldır.
Ancak müfettiş denetimlerinden kaçmak yerine iş kazalarını önleyici tedbirler almak çok daha etkili sonuç verecektir. İş kazaları, hastane bildirimleri veya personel şikayeti sonucu zaman içinde mutlaka ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla iş kazasını bildirmemek, işveren için kazançlı olmayacaktır.
İş Kazası Bildirimi Yapmak Yeterli Mi ?
6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 14. maddesine göre, işverenlerin iş kazalarının kayıtlarını tutup gerekli önlemler için inceleme yapmaları gereklidir. Bu zorunluluk, iş kazalarını SGK’ya bildirim zorunluluğu ile karıştırılmaktadır.
İş kazalarının kayıtlarını tutup, kazaların gerçekleşme nedenleri, görgü şahitlerinin ifadeleri, olay yeri fotoğrafları ve kazanın tekrar olmaması için alınması gereken önlemlerin belirtildiği bir iş kazası araştırma raporu düzenlenmeli ve saklanmalıdır. Bu sayede işyeri içinde çok sık kaza olan bölümler ve faaliyetler tespit edilip önlemler alınabilir.
İş güvenliği, yapılan iş nedeniyle oluşabilecek her türlü uzun ve kısa vadeli sağlık problemlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan çalışmaların geneline verilen isimdir. Ülkemizde iş güvenliği, sadece işyeri ile ilgili olarak algılanmaktadır ancak dünya genelini göz önüne aldığımızda iş güvenliği kavramı ücretli olsun veya olmasın yapılan her türlü işi kapsamaktadır.
Buna örnek olarak evlerimizdeki mutfak işleri, bahçe işleri, her türlü hobi çalışmaları ve toplumun genelini ilgilendiren park, cadde gibi kamusal alanlardaki uygulamalarda alınacak önlemleri gösterebiliriz. Ülkemizde yaşam güvenliği olarak tanımladığımız bu kavramlar esasında iş güvenliği veya diğer bir deyişle iş sağlığı ve güvenliği kavramını oluşturan etkenlerdir.
Ülkemizde geçmişte işçi sağlığı ve iş güvenliği olarak bilinen bu kavram, 2012 yılında yayımlanan 6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği kanunu ile beraber iş sağlığı ve güvenliği olarak anılmaktadır ve İSG olarak kısaltılır.
İş Güvenliğinin Amacı
İş güvenliğinin amacı, yapılan işler sırasında veya işler nedeniyle iş kazası yaşanma ihtimalini en aza indirmek, çalışma ortamı nedeniyle oluşabilecek sağlık sorunlarını önlemek ve meslek hastalığı oluşturabilecek işlerde önlemler almaktır.
Daha farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse, iş güvenliğinin amacı kişilerin bir işe başlamadan önceki ve bitirdikten sonraki sağlık durumunun aynı olmasını sağlamaktır. Bunu sağlamak için alınacak iş güvenliği tedbirleri her iş için farklıdır.
İş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının sadece çok tehlikeli veya diğer deyişle ağır işleri kapsadığını ve sadece iş kazalarına karşı önlem alınmasını sağladığı yönünde bir yaklaşım doğru değildir. İş sağlığı ve güvenliği, her meslekte, her çalışma alanında, her yaşam alanında yani hayatın her anında tüm insanların sağlığının bozulmasını önlemeyi ve daha ergonomik bir çalışma ortamı sağlamayı amaçlayan çalışmalardır.
İş Güvenliği Kavramının Tarihsel Gelişimi
Dünya’da iş kazası ve meslek hastalıklarına karşı işçilerin korunması amacıyla ilk yasal çalışmalar ve düzenlemeler 19.yy’ın sonlarında yapılmaya başlanmıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkan ve gelişen toplumsal refahın bedelini yine sanayi devrimi ile ortaya çıkmış bir sınıf olan işçi sınıfı ödemeye başlamış, bu durumun sosyal adaletle örtüşmediği görülerek iş kazaları ve meslek hastalıkları konusunda yasal düzenlemeler meydana getirilmiştir. Yasal düzenlemelere karşın, sanayileşme sürecine giren tüm ülkelerde, teknolojik gelişmelerle eş zamanlı olarak iş kazaları, en önemli toplumsal sorunların başında yer almıştır.
İnsanların çalıştıkları iş ve bu açıdan yaşadıkları sağlık problemlerine yönelik olarak karşılaştıkları sorunsalları işaret eden ilk kişi M.Ö. 2600’lü yıllar içerisinde yaşamış olan, Antik Mısır’da mimar ve mühendis olarak çalışmasının yanında hekim ve rahiplik de yapmış olan İmhotep olmuştur. Özellikle Mısır piramitlerinin yapımı sırasında meydana gelen kazalarda çok sayıda kişinin ölmesi ve çalışanlarda sıklıkla bel sorunlarının görüldüğüne yönelik tespitlerde bulunan İmhotep, modern tıbbın babası olarak kabul edilen Hipokrat’tan yüzyıllar önce bu tespitleri yapmıştır.
M.Ö. 2000’lerde; Babil döneminde tarihin bilinen ilk yasalarından olan Hammurabi Kanunlarında yer alan düzenlemelerle iş sağlığı ve iş güvenliğinin temellerinin atıldığı ve işi yaptıranın işin negatif sonuçlarından sorumlu kılındığı ilk hükümler hayata geçirilmiştir. Hammurabi Kanunlarında yer alan düzenlemeler şunlardır;
⇒ Yapılan evin yıkılması durumunda bina sahibinin hayatını kaybetmesi karşılığında, binayı inşa eden kişi ölüm cezasına çarptırılır. (229)
⇒ Yapılan evin yıkılması durumunda bina sahibinin oğlunun hayatını kaybetmesi karşılığında, binayı inşa eden kişinin oğlu ölüm cezasına çarptırılır. (230)
⇒ Yapılan evin yıkılması durumunda bina sahibinin kölesinin hayatını kaybetmesi karşılığında, binayı inşa eden kişi aynı vasfa sahip bir köleyi bina sahibine vermekle mükelleftir. (231)
⇒ Bina sahibinin mallarının hasara uğraması karşılığında, binayı inşa eden kişi yeniden inşaat sürecinde bulunmakla birlikte bina sahibinin tüm zararlarını karşılamakla mükelleftir. (232)
İş sağlığı ve iş güvenliği kavramlarıyla ilgili bilinen ilk yazılı kaynaklar ise; Antik Yunanlı düşünür Heredot’a kadar dayandırılmaktadır. Heredot, ilk kez çalışanların veriminin artması için çalışanların yüksek enerji taşıyan besinlerle beslenmesi gerekliliğini vurgulamıştır.
Hipokrat ilk defa kurşun maddesinin zehirleyici etkilerinden söz etmiştir. Nicander, Hipokrat’ın çalışmalarını geliştirmiş ve çalışanların yalnızca sağlık ve güvenlik sorunlarının belirlenmesini ve tanımlanmasını değil, aynı zamanda zararlı etkilerden korunmaya yönelik tedbirlerin alınması gerekliliğine yönelik vurgulamalar yaptığı görülmüştür. Plini ise; çalışma ortamı içerisinde yer alan tehlikeli tozlara karşı korunmanın sağlanabilmesi amacıyla çalışanların başlarına maske yerine kullanılmak üzere torba geçirmeleri gerekliliğini ifade etmiştir.
Roma döneminin Plini ile birlikte önemli düşünürlerinden biri olan Yunan hekim Dioscorides Pedanius, Roma ordusu adına tıbbı araştırmalarda bulunmuş ve en önemli eseri olan “İlaç Bilgisi Üzerine” adlı kitabında ilaçları sınıflandırmıştır. Yine bu dönemin ünlü düşünürlerinden Juvenal ise; çalışanların ayaklarında oluşan varis oluşumuna ve demircilerde görülen göz hastalıklarına yönelik olarak tespitlerde bulunmuştur. Pergamonlu Dr.Galen ise; Roma dönemindeki gladyatörlerin başhekimliğini yaptığı süre boyunca, gladyatörlerle seyircilerin vücut yapılarını karşılaştırmış ve sürekli beden hareketlerinin sağlıklı yaşam için oldukça önemli olduğuna dair tespitlerde bulunmuştur.
Bu döneme ait eski çağlardaki çalışmaların benzerleri; gelişen teknolojik dönüşüm süreci, Rönesans ve Reform dönemleriyle birlikte modern tıbbın sağladığı imkânlarla daha da geliştirilmiştir. Bu dönem içerisinde çalışanların sağlık ve güvenlik sorunlarının analizi ve çözümlenmesi konusunda Paracelsus, Agricola ve Ramazzini’nin önemli çalışmaları olmuştur. Paracelsus, madenlerde çalışanlarda gördüğü kurşun ve cıva zehirlenmelerinden de bahsettiği “De Morbis Metallici” adlı eseriyle ilk iş hekimliği kitabını da yazmıştır. Dünyada bilinen ilk mineroloji bilgini olarak görülen Agricola ise; yazdığı “De Re Metallica” adlı kitabıyla, zamanının jeoloji, madencilik ve metalürji bilgilerini kapsayan önemli bir yapıt ortaya koymuş ve bu eserde, maden ocaklarında görülen tozu önleyebilmek adına maden ocaklarının havalandırılması gerekliliğini ifade etmiş ve iş sağlığı ve iş güvenliği önlemleri konusunda birtakım tavsiyelerde bulunmuştur.
Bilimsel esaslar doğrultusunda iş sağlığı ve iş güvenliği konusunu ele alarak hareket eden Dr. Bernardino Ramazzini 1713 yılında yazdığı meslek hastalıkları kitabı “ De Morbis Artificum Diatriba” kitabıyla iş sağlığı kavramının kurucusu kabul edilmektedir.
18. yüzyılın ilk yarısı içerisinde ilk olarak İngiltere’de ortaya çıkan Sanayi Devrimi ile üretim sürecinin niteliği temelden büyük bir değişime uğramıştır. Bu dönemde İngiliz Parlamento üyesi Anthony Ashley Cooper’ın, maden
ocaklarında çalışan kadın ve çocuk işçilere yönelik olarak koruyucu hükümler konusundaki çabaları, hekim Thomas Percival’ın genç işçilerle ilintili çalışma süreleri ve koşullarına yönelik hazırladığı raporlar İngiliz Parlamentosu’nun girişimlerde bulunmasına yol açmıştır. İngiltere’de Percival Pott’un baca temizleme işlerinde çalışan işçilerin kanser hastalığına yakalanmalarına yönelik bir dizi çalışması ve fabrikalarda baca temizleme işlerinde çocuk emeğinin kullanımı dolayısıyla 1788 tarihli Baca Temizleyicileri Kanunu çıkarılmıştır.
1802 tarihinde çıkarılan ilk Fabrikalar Kanunu ile birlikte çocuk işçilerin çalışma süreleri günlük 12 saat ve haftalık 58 saat olarak sınırlandırılmış ancak bu kanuna uyum sağlamak o dönem için kolay olmamıştır.
1833 tarihinde tekrar çıkarılan Fabrikalar Kanunu ile birlikte 9 yaşın altındaki çocukların çalıştırılması, 18 yaşından küçüklerin gece çalıştırılması, 18 yaşından küçüklerin gündelik 12 saatten daha fazla çalıştırılmaları yasaklanmış ve fabrikaların denetlenmesi için iş müfettişlerinin görevlendirilmesi kanuna dayalı olarak düzenlenmiştir. 1842 tarihinde gerçekleştirilen bir başka düzenlemeyle birlikte kadınların ve 10 yaşından küçük çocukların madenlerde çalıştırılması yasaklanmıştır. 1844 tarihli düzenlemede fabrikalar içerisinde işyeri hekimi bulundurulması zorunluluğu getirilmiştir.
1847 tarihinde yürürlüğe giren On Saat Yasası ile birlikte hem çalışma süreleri daha da azaltılmış hem de işyeri denetimi ve iş müfettişliği yapısı oluşturulmuştur.
1895 tarihli bir düzenlemeyle tehlikeli bazı meslek hastalıklarının bildirimi zorunlu hale getirilmiş; 1900 yılında ise; işe giriş, aralıklı sağlık muayeneleri, tehlikeli işler için özel muayeneler, meslek hastalığı bildirimi, çalışamaz duruma gelenler ve sakatlananlara yönelik olarak özel rapor hazırlanması gerekliliği yasal nitelik kazanmıştır.
İngiltere’de görülen ve gerçekleştirilen bu düzenlemeler zinciri Avrupa içerisindeki diğer ülkeler için de örnek teşkil etmiştir. Almanya’da 1849, İsviçre’de 1840, Fransa’da 1842 yılında iş sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili kanunlar yasalaşmıştır.
Ulusal ölçekli, iş sağlığı ve iş güvenliği alanı içerisinde yapılan bilimsel çalışmalar ve yasal düzenlemelerin yanında uluslararası sahada 1919 yılında kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), başlangıçta Birleşmiş Milletlere bağlı bir organizasyon olarak kurulmuş, 1946 yılında Birleşmiş Milletler ile imzaladığı bir antlaşma ile bağımsız bir uzmanlık kuruluşu halini almıştır.
Batı Avrupa’da yaşanan Sanayi Devrimi’ne dair koşulların Osmanlı İmparatorluğu içerisinde oluşmaması ve dolayısıyla Anadolu topraklarına geç etki etmesine de bağlı olarak iş sağlığı ve iş güvenliği alanında yapılan düzenlemeler Türkiye içerisine daha sonraki süreçlerde ulaşmıştır. Yine de Cumhuriyet Dönemi’nin öncesinde, Tanzimat süreci içerisinde çeşitli iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları görebilmek mümkündür.
Bu dönemde görülen üretim tarzının basitliğiyle doğru orantılı olarak işçilerin karşılaşacakları risklerin sayı ve niteliksel koşulları da günümüz koşullarından oldukça farklı bir durumdadır. Aynı zamanda bu mesleki yapılanmalar içinde yer alan usta – çırak ilişkisi, tipik bir işveren – işçi ilişkisinden oldukça farklı bir mekanizmayı içermekte olup; ustalar, yetiştirdikleri kalfa ve çırakları koruyup gözetmektedirler. Bu dönem içerisinde iş sağlığı ve iş güvenliğine dair bir bilinçlenme sürecinden söz edebilmek mümkün görünmemekle birlikte; ustanın işini iyi öğretmesinin, çalışanlarının kaza yapma riskini bir o kadar azaltacağına dair genel bir kabul söz konusudur.
Bu dönem içerisinde yapılan ilk düzenleme, 1865 tarihli Dilaver Paşa Nizamnamesi olmuştur. Bu nizamname, dönemin padişahının onayından geçmemekle birlikte Ereğli Kömür Havzası’nda uygulanmıştır. Yaklaşık 100’e yakın maddeden oluşan Nizamname, gündelik çalışma süresini 10 saat olarak belirlemiş; işçilere çalışma sürelerinin dışında dinlenme süreleri verilmesi, işçilere yatacak yer sağlanması, işçi ücretlerinin öncelikli olarak ödenmesi ve işe hazır beklemeyen işçilere çalıştırılmasalar bile ücret ödenmesi gibi başlıkları düzenlemiştir.
Ereğli Kömür Havzası 1869 tarihinde yürürlüğe giren Maadin Nizamnamesi ile birlikte, iş güvenliğine dair kurallara daha fazla yer verilmiş ve Dilaver Paşa Nizamnamesinin eksikleri giderilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Batı tipi modernleşmesinin bir karşılığı olarak ortaya çıkan ve 1876 yılında tamamlanarak yürürlüğe giren ilk medeni kanun olan Mecelle’de, iş sağlığı ve iş güvenliği alanına yönelik olarak işçinin, işverenin
kusuruyla zarara uğraması halinde işverene bu zararın tazmin yükümlülüğü getirilmiştir.
10.09.1921 tarihli ve 151 sayılı Ereğli Havza-i Fahmiyesi Maden Amalesinin Hukukuna Müteallik Kanun ile birlikte madenlerde 18 yaşından küçük olanların çalıştırılması yasaklanmış, gündelik çalışma süresi 8 saatle sınırlandırılmış, 8 saatten fazla çalışılması durumunda iki kat fazla ücret ödenmesi ve bu çalışmanın tarafların rızasıyla gerçekleştirilmesi hususları düzenlenmiştir.
1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi içerisinde işçilerin haklarının korunmasına yönelik birtakım kararlar alınmış, 1924 tarihli ve 394 sayılı Hafta Tatili Kanunu, 1925 tarihli ve 2739 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. 1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunuyla birlikte işverenin, işçinin uğrayabileceği tehlikeler karşısında gereken tedbirleri alması gerektiği, aksi takdirde işverenin uğranılan zararları tazmin edeceği hükme bağlanmıştır.
1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’yla birlikte; çalışma hayatı içerisinde yer alan kadın ve çocukların korunması, en az 50 işçi çalıştıran işyerleri içerisinde hekim bulundurma zorunluluğu, belirli büyüklüğe sahip işyerlerinde revir ya da hastane kurulması yükümlülüğüne yönelik hükümler bulunmaktadır.
1936 tarihli ve 3008 sayılı İş Kanunu, Türkiye’de çalışma hayatını düzenlemek amacıyla meydana getirilen ilk iş kanunu olarak, iş sağlığı ve iş güvenliği alanında da düzenlemelerde bulunmuştur ve kanunun uygulanması için çok sayıda tüzük meydana getirilmiştir.
Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin de etkileriyle 2003 tarihinde 4857 sayılı İş Kanunu kabul edilmiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’na dayalı olarak iş sağlığı ve iş güvenliği alanında pek çok yönetmelik çıkarılmıştır.
Son olarak; 20.06.2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kabul edilmiş ve kanunun yayımlanmasından itibaren 6 aylık süreçte 4857 sayılı Kanuna ait bazı maddeler yürürlükten kalkmıştır.
Ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının usulleri ve asgari şartlarını belirleyen kurum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘dır. 2012 yılında yayınlanan iş güvenliği kanunu ile beraber İSG kavramı devlet, işveren ve çalışanların oluşturduğu bir çatı altında düzenlenmiştir.
Temelden tepeye doğru bir yaklaşımla anlatacak olursak, iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarında en temelde çalışanların katılımı son derece önemlidir. Ayrıca iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimleri ve diğer sağlık personelleri ile işin teknik yanı uygulanır.
İş güvenliği uzmanı olabilmek için iş güvenliği kursu bitirmek ve isg sınavında başarılı olmak şarttır. İşyeri hekimliği ve diğer sağlık personeli için de benzer şartlar gereklidir.